Sistemin hak, adalet ve insaf tanımayan uygulamaları karşısında hak,adalet,eşitlik,özgürlük talepleri çoğunlukla İslami çevrelereden geldi. Zaman zaman sol çevreler de buna benzer talepleri dillendirdiler ama halk solun çıkışlarını sahici bulmadı ve onların sistemle aynı dünya görüşünü paylaştıklarını hep göz önünde bulundurdu. Solun dine mesafeli oluşu, milletin temel değerleri ile çelişmesi , solu azınlıktaki bir gurubun ideolojisi haline getirdi.
İslami çevreler siyaset diline dönüştürülmemiş olsa da helal kazançve emeğe saygı vurgusu yaptı. Mazlum, mağdur ve masum halkın haklı isteklerinin sözcüsü oldular. Rüşvet, irtikap, soygun,vurgun ve her türlü haram kazançtan uzak durdular. Devletin imkanlarını, kamu kaynaklarını kullanmayı akıllarından bile geçirmediler. Belki çok ızdırap çekildi. Sıkıntılar yaşandı ama bizden öncekiler yüzümüzü yere eğdirmediler.
İslami çevreler, cemaatler, sivil oluşumlar insan yetiştirmeye, eğitime, davet, tebliğ ve irşada önem verdiler. Fedakarlık, yardımlaşma, sahiplenmeyi öğrettiler. Dünya malına, makam ve mansıba değer atfetmediler. Dünyevileşmemeyi, dünyayı değil rızayı hedeflemeyi öğütlediler.
Ev sohbetlerinden, dershane ve dergahlardan yetişen cefakar, vefakar, himmetperver Müslümanlar bildiklerini, öğrendiklerini kendilerinden sonraki nesillere aktarmayı amaç edindiler. O dönemin muhafazakarlarının büyük bir çoğunluğunun çocukları, İslami duyarlılık ve cihat şuuru itibari ile babalarını geride bıraktılar. İslam artık bir neslin düşünce ve kültür kodlarınıbelirleyen temel ölçü oldu. Medeniyet değerlerimizi ihya ve yeniden inşa arzusu her türlü dünyevi değerin üstünde bu neslin beynindeki ve yüreğindeki aşka dönüştü. Çoğunlukla dar gelirli ailelerin çocukalrı, binbir güçlükle okudular. Zenginlik, şatafat, lüks ve marka takıntıları yoktu, olamazdı da. Tek sermayeleri okumaktı. Bu nedenle de yoksul ama iman ve kültürde zengin bir nesil yetişti. İmam HatipLiseleri , Kur'an Kursları, medreseler, dergahlar, Risale_i Nur dershaneleri ve kimi zaman da hapishaneler birer kültür ocağı işlevi gördüler. Temel kaynakların yanında Hasan El Benna'nın risaleleri, Bediuzzaman Hz.lerinin risaleleri, Seyyit Kutup, Abdülkadir Udeh,Ebül ala El Mevdudi'nin tercüme edilen eserleri, elden ele dolaşıyordu. Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Nurettin Topçu, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç ve nice isimsiz kahraman gençliğin düşünce dünyasını nakış gibi dokuyorlardı. Tarikat çevreleri, özellikle de Nakşibendiler halk kitlelerinin İslam ile irtibatını hep diri tutuyor ve öncülük görevini yerine getiriyorlardı.
Bütün bu hizmetleri ete kemiğe büründürüp siyasal talep oluşturan Milli Görüş Hareketinin merhum lideri Erbakan hoca da Fazilet Partisi sürecine kadar hep ‘insan' yetiştirmeyi ön planda tuttu. Milli Görüşü bir mektep haline getirdi. Bu mektepten geleceğin Türkiye'sini yönetecek siyasetçi, bürokrat, akademisyen ve düşünce adamları yetişti.
Ama kabul etmek zorundayız ki iktidar ile birlikte sistem muhalefeti , yerini sistemle entegre olmaya terk etti. İslamcılar farkında olmadan adım adım sistemin kontrol mekanizmalarını yönetir oldular. Ardından da sistemi ufak ufak revize ettiler.
Ne zaman ki RP, yerel yönetimlerde iktidar oldu işte o zaman İslamcıların ateşle imtihanı başladı. Ardından da Ak Parti iktidarı yılları. Bu iktidar sürecinde yapılan ve her biri hayallerimizi süsleyen devrim niteliğindeki hizmetler elbette her türlü takdirin üzerindedir. Hayaldi gerçek oldu diye başlasak eminim ki sayfalar dolusu yazılsa bitmeyecek onurlu adımlar atıldı. Bunu bir tarafa not ettikten sonra bir de madalyonun öbür tarafına bakalım.
Güç, iktidar, para ve makam doğrusu bir kısmımızı sarstı. Siyasi ve sosyal konumdaki farklılaşma ekonomik imkanları beraberinde sunuyordu. Başlangıçta dünyalık endişesi pek ön planda olmadı. Ama nefis ve şeytan boş durmadı. Gerekçelerimiz hazırdı.
Elbette ki bu ülkede yaşayan herkes gibi İslami değerleri ön planda tutan ve bu değerlerin mücadelesini verenlerin de ticaret yapmaları, para kazanmaları, rahat bir yaşam tarzına sahip olmaları hakları idi. Ama onları diğerlerinden farklılaştıran ‘değerleri' olmalıydı. Emeksiz kazanca, yetim hakkına el uzatmamayı emrediyordu çünkü İslam. Lüks, debdebe, gösteriş ve şatafattan uzak israfa düşmeden yaşanmalıydı.
Siyasetin sunduğu fırsatlardan sadece siyasetçiler değil, cemaatler de yararlanmayı ihmal etmediler. Başlangıçta Allah rızasını tahsil için oluşturulan dernek, vakıf, dershane ve benzeri oluşumlar şirketleşmeye, ardından da Holdingleşmeye yöneldiler. İhale kovalamak, rant peşinde koşmak adeta bir hak hatta görev gibi görülmeye, algılanmaya başlandı. Bu yetmedi bir zaman sonra iktidardan pay istemeye kalkışıldı. Ekonomik güç ve mensupların bürokraside kaptıkları konum bir vesayet hamlesine dönüştü.
İnsan yetiştirme bir yana insan öğütmemekanizmasına dönüştü partilerimiz ve cemaatlerimiz. Bu da beraberinde önce zihinlerimizi, ardından yaşam biçimimizi, tutumumuzu, duruşumuzu sekülerleştirdi.
Kendimi ve içinde bulunduğum cemaatleri ve siyasi hareketleri de ayırt etmeden bir öz eleştriye tabi tutmanın dibacesi olarak bu satırları kaleme aldım. Eminim ki bu basit anlatım bile nerede hata yaptık sorusunu sormamızı gerekli kılmaktadır.
Görünen odur ki; tek çıkar yol hepimizin yeniden kendimizi, tutumumuzu, duruşumuzu, hatta zevk anlayışımızı gözden geçirmemiz ve Müslümanlaştırmamızdır. Kısacası Müslümanın Müslümanlaşması gereği yakıcı bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.
ovehbihatipoglu@gmail.com
İslam; Tanzimat'tan bu yana bu ülkede sistem karşısında anamuhalefet konumunda idi.
Sistemin hak, adalet ve insaf tanımayan uygulamaları karşısında hak,adalet,eşitlik,özgürlük talepleri çoğunlukla İslami çevrelereden geldi. Zaman zaman sol çevreler de buna benzer talepleri dillendirdiler ama halk solun çıkışlarını sahici bulmadı ve onların sistemle aynı dünya görüşünü paylaştıklarını hep göz önünde bulundurdu. Solun dine mesafeli oluşu, milletin temel değerleri ile çelişmesi , solu azınlıktaki bir gurubun ideolojisi haline getirdi.
İslami çevreler siyaset diline dönüştürülmemiş olsa da helal kazançve emeğe saygı vurgusu yaptı. Mazlum, mağdur ve masum halkın haklı isteklerinin sözcüsü oldular. Rüşvet, irtikap, soygun,vurgun ve her türlü haram kazançtan uzak durdular. Devletin imkanlarını, kamu kaynaklarını kullanmayı akıllarından bile geçirmediler. Belki çok ızdırap çekildi. Sıkıntılar yaşandı ama bizden öncekiler yüzümüzü yere eğdirmediler.
İslami çevreler, cemaatler, sivil oluşumlar insan yetiştirmeye, eğitime, davet, tebliğ ve irşada önem verdiler. Fedakarlık, yardımlaşma, sahiplenmeyi öğrettiler. Dünya malına, makam ve mansıba değer atfetmediler. Dünyevileşmemeyi, dünyayı değil rızayı hedeflemeyi öğütlediler.
Ev sohbetlerinden, dershane ve dergahlardan yetişen cefakar, vefakar, himmetperver Müslümanlar bildiklerini, öğrendiklerini kendilerinden sonraki nesillere aktarmayı amaç edindiler. O dönemin muhafazakarlarının büyük bir çoğunluğunun çocukları, İslami duyarlılık ve cihat şuuru itibari ile babalarını geride bıraktılar. İslam artık bir neslin düşünce ve kültür kodlarınıbelirleyen temel ölçü oldu. Medeniyet değerlerimizi ihya ve yeniden inşa arzusu her türlü dünyevi değerin üstünde bu neslin beynindeki ve yüreğindeki aşka dönüştü. Çoğunlukla dar gelirli ailelerin çocukalrı, binbir güçlükle okudular. Zenginlik, şatafat, lüks ve marka takıntıları yoktu, olamazdı da. Tek sermayeleri okumaktı. Bu nedenle de yoksul ama iman ve kültürde zengin bir nesil yetişti. İmam HatipLiseleri , Kur'an Kursları, medreseler, dergahlar, Risale_i Nur dershaneleri ve kimi zaman da hapishaneler birer kültür ocağı işlevi gördüler. Temel kaynakların yanında Hasan El Benna'nın risaleleri, Bediuzzaman Hz.lerinin risaleleri, Seyyit Kutup, Abdülkadir Udeh,Ebül ala El Mevdudi'nin tercüme edilen eserleri, elden ele dolaşıyordu. Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Nurettin Topçu, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç ve nice isimsiz kahraman gençliğin düşünce dünyasını nakış gibi dokuyorlardı. Tarikat çevreleri, özellikle de Nakşibendiler halk kitlelerinin İslam ile irtibatını hep diri tutuyor ve öncülük görevini yerine getiriyorlardı.
Bütün bu hizmetleri ete kemiğe büründürüp siyasal talep oluşturan Milli Görüş Hareketinin merhum lideri Erbakan hoca da Fazilet Partisi sürecine kadar hep ‘insan' yetiştirmeyi ön planda tuttu. Milli Görüşü bir mektep haline getirdi. Bu mektepten geleceğin Türkiye'sini yönetecek siyasetçi, bürokrat, akademisyen ve düşünce adamları yetişti.
Ama kabul etmek zorundayız ki iktidar ile birlikte sistem muhalefeti , yerini sistemle entegre olmaya terk etti. İslamcılar farkında olmadan adım adım sistemin kontrol mekanizmalarını yönetir oldular. Ardından da sistemi ufak ufak revize ettiler.
Ne zaman ki RP, yerel yönetimlerde iktidar oldu işte o zaman İslamcıların ateşle imtihanı başladı. Ardından da Ak Parti iktidarı yılları. Bu iktidar sürecinde yapılan ve her biri hayallerimizi süsleyen devrim niteliğindeki hizmetler elbette her türlü takdirin üzerindedir. Hayaldi gerçek oldu diye başlasak eminim ki sayfalar dolusu yazılsa bitmeyecek onurlu adımlar atıldı. Bunu bir tarafa not ettikten sonra bir de madalyonun öbür tarafına bakalım.
Güç, iktidar, para ve makam doğrusu bir kısmımızı sarstı. Siyasi ve sosyal konumdaki farklılaşma ekonomik imkanları beraberinde sunuyordu. Başlangıçta dünyalık endişesi pek ön planda olmadı. Ama nefis ve şeytan boş durmadı. Gerekçelerimiz hazırdı.
Elbette ki bu ülkede yaşayan herkes gibi İslami değerleri ön planda tutan ve bu değerlerin mücadelesini verenlerin de ticaret yapmaları, para kazanmaları, rahat bir yaşam tarzına sahip olmaları hakları idi. Ama onları diğerlerinden farklılaştıran ‘değerleri' olmalıydı. Emeksiz kazanca, yetim hakkına el uzatmamayı emrediyordu çünkü İslam. Lüks, debdebe, gösteriş ve şatafattan uzak israfa düşmeden yaşanmalıydı.
Siyasetin sunduğu fırsatlardan sadece siyasetçiler değil, cemaatler de yararlanmayı ihmal etmediler. Başlangıçta Allah rızasını tahsil için oluşturulan dernek, vakıf, dershane ve benzeri oluşumlar şirketleşmeye, ardından da Holdingleşmeye yöneldiler. İhale kovalamak, rant peşinde koşmak adeta bir hak hatta görev gibi görülmeye, algılanmaya başlandı. Bu yetmedi bir zaman sonra iktidardan pay istemeye kalkışıldı. Ekonomik güç ve mensupların bürokraside kaptıkları konum bir vesayet hamlesine dönüştü.
İnsan yetiştirme bir yana insan öğütmemekanizmasına dönüştü partilerimiz ve cemaatlerimiz. Bu da beraberinde önce zihinlerimizi, ardından yaşam biçimimizi, tutumumuzu, duruşumuzu sekülerleştirdi.
Kendimi ve içinde bulunduğum cemaatleri ve siyasi hareketleri de ayırt etmeden bir öz eleştriye tabi tutmanın dibacesi olarak bu satırları kaleme aldım. Eminim ki bu basit anlatım bile nerede hata yaptık sorusunu sormamızı gerekli kılmaktadır.
Görünen odur ki; tek çıkar yol hepimizin yeniden kendimizi, tutumumuzu, duruşumuzu, hatta zevk anlayışımızı gözden geçirmemiz ve Müslümanlaştırmamızdır. Kısacası Müslümanın Müslümanlaşması gereği yakıcı bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.
ovehbihatipoglu@gmail.com